Yaşam

Kızıl Kardeş: ‘Bizden önceki nesillere vefa, kendi neslimize vefa’

İZMİR – Haluk Tekeli’nin ‘Kızıl Sis – Bir Veda ve Kurban Hikayesi’ adlı kitabı Sakin Kitap Yayınevi’nden çıktı. Bir İzmir anlatısı olan ‘Kızıl Sis’, 1977-1982 yılları arasında İzmir meydanlarında dünyayı değiştirmeye niyetlenen çocukların/gençlerin hikâyesini anlatıyor.

‘Kızıl Sis’ aynı zamanda bir ‘fedakarlık hikayesi’dir. Çünkü devrimci nesiller toplumsal mücadele uğruna hayatlarını, okullarını, işlerini ve geleceklerini ‘feda ettiler’. Aynı zamanda bir ‘veda hikayesi’. Çünkü bir zamanlar toplumsal çaba için gerekli olmadığı düşünülen her şeye veda ettiler/vazgeçtiler.

Haluk Tekel, “Ahmet Hakan, Avni Ece, Halil Babadağ, İdris Türkoğlu, İnanç Seçiç, İsmail Çakır, Kamil Sağır, Ramazan Kocaoğlu, Serdar Özgerçin ve 1980 öncesinde faşist saldırılarda ve sol içi çatışmalarda canlarını feda eden onlarca devrimci, bu mücadeleyi sürdürecek. Bizim kadar birlikte yaşlanalım.” “Onlar bunu hak ettiler” diyor.

Haluk Tekel ile ‘Kızıl Sis’i ve Türkiye’deki devrimci sosyalist çabayı konuştuk.

‘KIRMIZI SİS BİR İZMİR ANLATISIDIR’

‘Kızıl Sis, Bir Veda ve Kurban Hikayesi’ adlı kitabınız raflarda yerini aldı. Öncelikle böyle bir kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

2022 sonbaharında yurt dışı gezisinden döndüğümde kız arkadaşıma “Bu kitabı neden yazdın?” diye sordum. Bana sorduklarında ‘Cevabım hazır ama kitap yok’ dedim. Bunun üzerine bana bir çalışma masası ve kitaplık aldı, evde bir köşe yaptı ve “Otur yazmaya başla” dedi. Bu destek olmasaydı bu kitabın var olamayacağını düşünüyorum. Ekim 2022’de başladım ve Nisan 2023’te bitirdim.

Kitabınızı ‘anı romanı’ olarak tanımlıyorsunuz. Kitabınız neyi, hangi dönemi anlatıyor ve bu kitabı yazarken neyi amaçladınız?

‘Kızıl Sis’ bir İzmir anlatısıdır. 1977-1982 yılları arasında tamamı bu şehrin okullarında, meydanlarında, sokaklarında, karakollarında, adliyelerinde ve sahillerinde geçiyor. O dönemde ülkeyi ve dünyayı değiştirmeye cesaret eden, bu şehirde yaşayan çocukların hikayesi. zaman. Türkiye’nin en acı ve kaotik döneminde öne çıkan bu genç kadın ve erkekler adına herkes bir şeyler söyledi. Gördüklerim, yaşadıklarım üzerinden hepimizin ortak hikâyesini anlatma ihtiyacıyla yazdım. Sosyal girişimlerimize başladığımızda İzmir’e dair böyle bir geçmiş anlatısı yoktu. Bugün İzmir’de ve her yerde, kendi yolunda yürüyerek ilerleyen genç kadınlar, genç erkekler ve LGBTİ+’lar arasında, çiğnenmiş yolların, doğrularımızın ve yanlışlarımızın izlerini miras olarak bırakma korkusu hakim oldu. Bu durumu kitabın girişinde “Bizden önceki nesillere vefa, kendi neslimize vefa, en zor zamanlarımızda yanımızdan ayrılmayan yakınlarımıza şükran, geleceğe olan borcumuzun bir kısmının ödenmesi” sözleriyle belirtmiştim. nesiller ve ardımızda bırakabileceğimiz tek miras.”

‘Bir Veda ve Kurban HİKAYESİ’

Kitabınızın bir veda ve fedakarlık öyküsü olduğunu da belirtiyorsunuz. Neden bir veda, neden bir fedakarlık?

Kızıl Sis – Bir Veda ve Kurban Hikayesi 1977-1982, Haluk Tekel, 424 sayfa, Sakin Kitap, 2023.

Bizlerin ve bizden önceki nesillerin mücadele tarihi de bir ‘fedakarlık hikayesi’dir ve hala devam etmektedir. Herkes toplumsal mücadele uğruna canını, okulunu, işini, fiziki bütünlüğünü ve geleceğini gözünü kırpmadan ‘feda etti’. Ancak hep birlikte sağlıklı yaşlanmayı hak etmek için hepimiz yeterince fedakarlık yaptık. ‘Elveda’ elimizdeki tüm fırsatlar, bizi şekillendiren sistemin tüm kötülükleri, alışkanlıklarımız, cinselliğimiz, cinsel yönelimlerimiz, hobilerimiz, konformizm, aile, okul, uzun saç, mini etek, makyaj, kot pantolon, kola içmek, sosyal çaba için gerekli olmadığını düşündüğünüz her şey. ‘Elveda’ diye şeyler söylendi.

Kitabı yazdıktan sonra nasıl bir süreç yaşadınız?

‘Kızıl Kardeş’ kitabını yazdıktan sonra aralarında Ahmet Ümit ve Oya Baydar’ın da bulunduğu birkaç yakın arkadaşıma gönderdim. Taslağı okumalarını ve görüşlerini almaları gerektiğini yazdım. Yakın arkadaşlarım ve Oya Baydar bazı teknik tekliflerde bulundular, ben de onları dikkate aldım. Oya Baydar ve Aydın Engin’le tanıştığımda 17 yaşındaydım. Bir ömür boyu yan yana, gözümüzün önünde yürüdük ve yürümeye devam ediyoruz. Bu fırsatı geçen yıl kaybettiğimiz Aydın Engin’i anmak için değerlendirelim. Ahmet Ümit benim kadim dostum ve yoldaşımdır; Oldukça cesaretlendirici ve destekleyici sözlerle bitirdiğini söyleyebilirim. Kendisi ‘Kırmızı Sis’ kitabını yayınlamayı ‘düşünmeyin’ derken, ‘burada bırakma, yazmaya devam et’ diyerek heyecanımı paylaştı ve artırdı. O yüzden arka kapak metnini kendisinden istedim, kendisi sayesinde hızlı bir şekilde yazıp çok şık bir notla gönderdi, biz de onun yazdıklarını arka kapak metni olarak bastırdık. Diyelim ki denetimden ‘Başkomiser Nevzat’ın gözünden geçtik.

Sosyalist çabanın içinde yer almış ve bedelini bu uğurda hapis yatarak ödemiş biri olarak dünü ve bugünü, yani 1980 öncesi devrimci-sosyalist çabayı ve bugünü değerlendirdiğinizde ne söyleyebiliriz? 80’lerden önce ‘devrimci bağlılık’tan söz ediliyor mu? Bugün aynı ruh halini görebilir miyiz?

Her dönem kendi ihtiyaç duyduğu ekipleri oluşturur ve zamanın ruhuna uygun araç ve yöntemlerle çaba gösterir. Bu nedenle bu tür karşılaştırmaları sağlıklı bulmuyorum. ‘Adanmışlık’ ile ‘bağlılık’ arasındaki sınır bana oldukça bulanık geliyor ve bu sınırı tehlikeli buluyorum. Uzun vadeli çaba; Bu ise yüksek düzeyde bir bilinçle, sürekli yenilenmeyle, toplumsal gelişmelere yönelik bilimsel yaklaşımların takip edilmesiyle, insanlığın tüm sosyal ve ruhsal süreçlerini ihmal etmeyen bir bakış açısıyla mümkündür. Bundan daha devrimci, daha ilerici bir tutum bilmiyorum.

Günümüzün siyasi ortamına gelince; 14-28 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Seçimlerde muhalefetin neredeyse tamamı Cumhur İttifakı’na karşı birleşse de başarılı olamadı. Ancak seçim öncesi genel atmosfer, Kemal Kılıçdaroğlu’nun meclis çoğunluğunun yanı sıra yüzde 55’e varan oranlarla Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanacağı yönündeydi. Böyle bir sonuç doğuracak ne oldu?

14-28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarına baktığımızda elbette muhalefet kaybetmiştir, bu çok açık. Ancak sürece baktığımızda neden kesinlikle kazanacağını düşündüğü benim için soru işareti. Bu seçimler otoriter rejim koşullarında, tarihin en antidemokratik ve baskıcı dönemlerinden birinde yapıldı. İktidar bloğu kendi kanununda yazan hiçbir kurala uymadı. Cezaevleri fikri ve örgütsel suçlarla doluydu. Hazine yardımı, kamu medyasının kullanımı, adını siz koyun, hepsi iktidar bloğunun lehine çalıştı. En temel prensip, Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlarının istifa etmemesi, aynı zamanda milletvekili adayı olmalarıdır. İki dönüş kuralı göz ardı edildi. Kapatma davasının HDP üzerindeki baskısı nedeniyle 6 milyon seçmenin iradesi seçeneksiz bırakılmaya çalışıldı. Olmayan bir hukuk sistemi varsayımıyla kampanya yürüten ‘Millet İttifakı’ sağcı, donuk ve güvensiz politikalarıyla seçmene güven vererek seçim başarısını nasıl elde edebilir? Kazanmış olsa bile bu kârı korumak ve kazandığı seçimi korumak için böyle bir durumla mücadele edecek organizasyona, kararlılığa, hazırlığa sahip olmayacaktı. Tam tersine iktidar blok, kaybetse bile kazanmış gibi devam edebilmesinin tüm koşullarını yaratmış görünüyordu.

‘HER GÜN, HER ŞEYDE ŞİRKETLİK EDİYORUZ’

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu seçimlerde başarılı olmadığı görülüyor. Aynı şekilde Sosyalist Güç Birliği de. Gelecekte solda daha geniş ve kapsayıcı ittifaklara ihtiyaç var mı? Örneğin SOL Parti, seçim öncesi son hamlede belli koşullarla ittifaka girebileceğini açıkladı ancak anlaşma sağlanamadı. Solda ittifaklar ve ortak çabalar konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri kongre ve konferanslarla bu süreci tartıştı. Bırakın tabanda görünür ve hissedilen daha kapsamlı bir ittifak bir yana, mevcut ittifakın daraltılması talebi de daha baskın. Stratejik bir ittifak olarak tasarlanan EÖI, seçim ittifakına daraltılmış ve bu süreç ittifak bileşenleri tarafından doğru yönetilememiştir. Solda genişleme ihtiyacından ziyade örgütlenme, siyasi hegemonyasını artırma ve halk arasında kök salma ihtiyacı var. İttifak kelimesine aşırı değer atfedilmesi süreci aday pazarlığına dönüştürüyor. Bu durumdan hızla uzaklaşmak gerekiyor. Bitmek bilmeyen tartışmalarla bir ittifakı zorlamaya çalışmak yerine, yakın işbirliği içinde çalışmak ve güncel siyasi meseleler üzerinde birlikte çalışmak daha kolay ve daha ilerici olacaktır. Seçim atmosferinin hararetinde partiler, bir tür ‘mahalle baskısı’ nedeniyle, tabanlarının talepleri, kendi güçleri ve görüşleri doğrultusunda ittifak kurmaya veya bir partiyi ittifaka dahil etmeye zorlanabilir. Sağlıklı olan, kapsamlı bir demokrasi çabası içinde, her gün, her işte mümkün olduğu kadar işbirliği yapmaktır. Bu başarıldığı ölçüde seçim döneminde işler sanıldığından daha kolay olacaktır.

‘SOL, SOSYALİST PARTİLERİN TEMEL EKSİKLİĞİ SİYASET EKSİKLİĞİDİR’

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak Türk sosyalist solunun artık HDP yani HEDEP dışında önemli bir güç olmadığı görülüyor. Sosyalist sol, Türk siyasetinde hâlâ etkisiz ve siyasi bir güç olmaktan uzak. 12 Eylül 1980’den 43 yıl sonra sosyalist solun Türk siyasetinde söz sahibi olması için ne yapılmalı, yapılmamalı?

Türkiye’de sosyalist solun siyasete ağırlık verebilmesi için dünyanın en eşitsiz ve adaletsiz sistemi olan seçim sisteminin ve siyasi partiler kanununun değişmesi gerekiyor. Sosyalist solun önündeki en büyük engel baraj sistemidir. HDP 2015 seçimlerinden itibaren bu sistemi aşmış ve demode hale getirmiştir. Bu durumda Kürt siyaseti sadece kendi talepleriyle yetinmemiş, aynı zamanda sosyalist solun da önünü açmaya çalışmıştır. Mayıs seçimlerinden sonra bu konuda ortaya çıkan moral bozukluğunu ve yıpranan bağları onarmanın daha esnek yollarını aramak ve bulmak gerekiyor. EÖİ bünyesinde baraj korkusu olmadan seçimlere katılan TİP, bir milyona yakın oy alabiliyor. Ayrıca TİP’in siyasi cesaretini sürdürmesi, örgütsel ve entelektüel olarak kendini yenilemesi halinde aldığı oyları koruyacağını ve güçleneceğini de söyleyebilirim.

Seçim barajı baskısını ortadan kaldıran, dayanışma ve kardeşliği güçlendiren derneklerle siyasette aktif olmak her zaman mümkündür. Solun siyaseti tartması için gerekli olan bir diğer konu da toplumsal ihtiyaçlar üzerinden kendisini örgütsel ve siyasal olarak yenilemek zorunda olmasıdır. 50-70 bin oy alan partilere bakın, hepsi ‘Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ne, ‘Tek Adam Rejimi’ne karşı. Ancak tüm bu partilerin politikalarını belirleyen ve yürütülmesinde görev alanlar 25-30 yıldır, bazıları daha uzun süredir lider olmaya çalışıyorlar. Ölümlerle sayıları azalan, doğumlarla artmayan bu yapılar arasında siyasete yük getirmek ve toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten ziyade, kendini cumhurbaşkanı ilan edenlerin ihtiyaçları ön plana çıkıyor.

Soldaki genel kanının aksine seçimlere katılmak için değil kazanmak için giriliyor. Burada kazanmak, güçlerin istikrarına bağlı olarak yürüteceğiniz siyasi kampanyaların da etkisiyle üye sayısını artırmak, il ve ilçe teşkilatlarının olmadığı yerlerde onları kurmak veya kazanmaya en yakın ve kim olan aday için çalışmak anlamına gelebilir. Size politik olarak dost.

Sol ve sosyalist partilerin temel eksikliği siyaset eksikliğidir. İdeolojik duruş ile seçimlerde izlenecek taktikler arasında doğru bir bağ kuramamaları. Önümüzde yerel seçimler var ve bu örgütlerin hepsi şu anda siyasetsiz. Birkaç ay sonra önce ittifaklar, ardından adaylar üzerinde tartışmalar başlıyor ve seçimin hemen öncesinde netlik sağlanıyor.

Ancak bundan 5 yıl önce, yani 31 Mart 2019’dan bu yana, yerel seçimlerin 31 Mart 2024’e kadar yapılacağı biliniyordu. Geçtiğimiz beş yılda muhtarlıktan belediye meclis üyeliğine kadar çeşitli pozisyonlar için adaylar düşünülebilirdi, aday adayları olabilirdi. bu pozisyonlar için eğitim verilebilirdi, yerel halkın ihtiyaçları önceden belirlenebilirdi, ittifak yapılan taraflarla tabanda ve tepede sıcak ilişkiler kurularak iş ve işbirliği zemini oluşturulabilirdi. dikkate alınan. Güncel konularda açıklama yapmak ve beş-on yıllık bir perspektife sahip olamamak sol/sosyalist hareketin temel sorunlarından biridir.

‘ÖDP TÜRK SOSYALİST HAREKETİNİN 12 EYLÜL’DEN SONRAKİ EN BÜYÜK Ayaklanması’

Kuruluş döneminde de ÖDP İzmir İl Başkanı olarak görev yaptınız ancak daha sonra ÖDP ile yollarınızı ayırdınız. Bu süreçten bahseder misiniz? ÖDP ile yollarınızı neden ayırdınız?

ÖDP’nin kuruluş döneminde yaklaşık 3 yıl Karşıyaka İlçe Başkanlığı görevini yürüttüm. İl Başkanlığı daha sonra 4 yıla yakın bir süre Başbakanlık üyeliği yaptı. ÖDP, Türk sosyalist hareketinin 12 Eylül sonrasındaki en büyük ayaklanması ve bileşenlerinin kendi içlerinde yapamadıklarını hesaplayarak birbirlerine yönelerek yaptıkları kolektif bir özeleştiri olarak değerlendirilebilir. Birleşik, çoğulcu ve kitlesel bir sol parti özleminin vücut bulmuş halidir. ÖDP’nin çoğulcu yapısını kaybetmesi, bireysel hukuktan vazgeçmesi, çağın gereklerine uygun bir program ve örgüt anayasası oluşturamaması nedeniyle 2002 yılında bir grup arkadaşımızla birlikte ÖDP’den ayrıldık. O gün parti yönetimine yönelttiğimiz eleştiriler maalesef 20 yıl sonra bugün de tüm sol, sosyalist yapılar ve HDP-Yeşil Sol Parti için geçerliliğini koruyor. ÖDP’nin bıraktığı boşluk doldurulamadığı gibi, sonrasında atılan adımların tamamı karikatürden öteye gitmedi.

Ölen arkadaşlarımızla birlikte ÖDP’den sonra son seçimlere kadar çoğunlukla Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde siyasi çalışmalara destek verdik ve katıldık. Biz siyasete sokaktan bulaştık, dolayısıyla gözümüz her zaman sokağın üzerindedir. Sokakta, meydanda her anlamlı çıkışta elimizden geldiğince yer almaya çalışıyoruz.

Pandemi döneminde İzmir Dayanışma Gönüllülerini yeniden örgütledik. Aynı çalışma İzmir Sarsıntısı için de devam etti. Maraş depremi sonrası İzmir Deprem Harekatı kapsamında dayanışma faaliyetlerinin organizasyonunda yer aldık. Re-Çeşme projesine karşı, Kültürpark’ın korunması için yerel kamusal alanların korunmasını, yerel kiranın büyük sermayeye aktarılmasını içeren tüm projelere karşı yürütülen çalışmalarda yer alıyoruz.

Hayatımın hiçbir döneminde seçimden seçime oy veren bir vatandaş olarak kalmayı seçmedim. Bu tür vatandaşlığı yaratan bir hukuk sisteminin olduğunu düşünmüyorum. Siyasetçiyi seçmenden ayıran, seçim öncesi ve seçim sonrası toplumsal çabanın içinde yer alma çabası değil mi?

Eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesi neyi gerektiriyorsa onun yanında olmaya çalışıyoruz. Siyaset bunun için okumak, bunun için yazmak, bunun için toplanmak, bunun için yaşamak demektir. Unutmamamız gereken nokta siyasetle ilgilenmememizin siyasetin hayatımızı belirlediği gerçeğini değiştirmediğidir. “Siyasetten anlamıyorum, umurumda değil, umurumda değil” diyenler, asgari fiyatları, dövizdeki yükselişi, yaşam standartlarındaki gerilemeyi düşünüp başkalarına salanlardır. Eğitimden sağlığa kadar her alanı ve şikayetçi olanları belirleyin. Biz, ‘Kızıl Sis’ yıllarının gençleri şikayet etmiyoruz, son nefesimize kadar aklımızın ve gücümüzün yettiği kadar çabalıyoruz.

haber-gungoren.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu